Ahmet Ertegün Kimdir? Hayatı ve Başarı Hikayesi

Ahmet Ertegün, Ella Fitzgerald’den 1935 yılında imzalı fotoğrafını istediğinde bunu yapan ilk kişi olmuştu. Kid Rock ve Pamela Anderson ile günlerce hiç durmadan partilemişti ve 2006 yılında Upper West Side’daki Rolling Stone konserinde sahne arkasında dengesini kaybederek düşünce hayatını kaybetmişti. Yani anlayacağınız ölümü hayırlı olmamıştı.

 

Ahmet Ertegün Kimdir?

Ertegün 1923 yılında İstanbulda doğmuştu. Babası Mehmet Münir, Atatürk’ün yasal danışmanıydı ve laik Türkiye’nin kurulmasına öncelik eden, dinine bağlı bir Müslümandı ve Fransa’ya, İngiltere’ye ve Amerika Birleşik Devletlerine elçi olarak atanmıştı. 1933 yılında Londra’da Duke Ellington’un performansını izledikten sonra siyahilerin müziğine aşık olan Ertegün, Washington’da büyümüştü ve abisi Nesuhi ile birlikte küçük caz konserleri vermeye başlamışlar ve kısa sürede insanların beğenisini kazanmışlardı. Ertegün, 1944 yılında babasını kaybettikten sonra Georgetown Üniversitesinde felsefe okumak için şehirde kalmış ve boş zamanlarında Waxie Maxie’nin plak dükkanında takılmaya başlamıştı. 1947 yılında New York’a taşındı ve ailenin dişçisinden aldığı parayla Atlantic Records şirketini kurdu.

Atlantic, ilk kurulduğunda derme çatma (müzisyenler kayda gireceği zaman çalışanlar masalarını bir kenara çekermiş), şık (Jesse Stone Chick Web’in grubunun aranjmanını burada yapmış) ve özgün (mühendis Tom Dowd Manhattan Projesinde fizikçiymiş) bir yermiş. Daha sonra kadrosuna Ray Charles, Ruth Brown, Joe Turner, LaVern Bakes, Clyde McPhatter ve Professor Longhair, Drifters, Clovers, Coaster ve Chords gibi yıldız isimleri katmış. Ertegün zevkli ve şanslı bir insandı, ayrıca zamanlaması çok iyiydi. Sektördeki diğer yöneticilerin aksine yaptığı şarkıları severdi. 50’lerin ortasına gelindiğinde Atlantic, blues türünün bir numarası haline gelmişti. Kurucu ortağı Herb Abramson 1953 yılında askere çağrıldığında Erte­gün, Jerry Wexler’i işe aldı. Wexler, “ritim ve blues” kavramlarını ortaya atan ilk isimdi. Wexler’in bilgi birikimi ve Ertegün’ün Aretha Franklin, Wilson Pickett ve Solomon Burke ile çalışması sayesinde Atlantic, İngiliz işgali sırasında ayakta kalıp büyümeye devam eden bir avuç bağımsız plak şirketlerinden biri oldu.

Bu şirketin hikayesi yıllar içinde, Charlie Gillett, Dorothy Wade ve Justine Picardie tarafından Ertegün için yazılan büyük ve bol resimli bir kitapta çok iyi bir şekilde anlatılmış. Müzik yazarı Robert Greenfield, “The Last Sultan” adlı kitabında bu kitaplardan ve başka birkaç kitaptan daha bahsediyor. Ama Ertegün’ün ölümünden sonra yazılan ilk kitap olan Greenfield’in eseri aynı zamanda Ertegün’ün hikayesini günümüze taşıyan ve belli bir bakış açısını benimseyen ilk kitap. Ertegün’ün en göze batan özellikleri olan cazibe ve yaşama sevincini düşündüğünüzde bu biyografi çok farklı konulara değiniyor.

Greenfield dokuz bölümü Ertegün’ün çocukluğuna ve Atlantic’in görkemli açılışına ayırmış. Örneğin, askerden 1955 yılında dönen ve işten çıkarıldığını öğrenen Herb Abramson’un hikayesini okuyabilirsiniz. Gillett’e göre Abramson döndüğünde “Jerry Wexler onun koltuğundaydı ve o koltuktan kalkmaya da hiç niyeti yoktu.” Wade ve Picardie’ye göre Atlantic’in günlük işleriyle ilgilenen ve Miriam adında bir kadınla evli olan Abramson’un Almanya’dan yanında kız arkadaşıyla dönmüş. Greenfield ise Abramson’un kız arkadaşının yanı sıra uyuşturucu bağımlısı olarak ülkeye dönmüş (“‘Herb, uyuşturucu kullanıyordu’ bu dönemde Abramson’la çok yakın olan birisi daha sonra bunu doğruladı). Atlantic ve Ertegün ile çalışan pek çok iş insanıyla yapılmış röportajları derleyen Greenfield başka kirli çamaşırları da ortaya döküyor. Atlantic arşivinde “kadın ve uyuşturucu tercihlerine göre Amerika Birleşik Devletlerindeki her zevke uygun dosya vardı.” diyor bir kişi. “Bu, kirli bir işti ve asıl kirli olan kısımda perde arkasında olup bitenlerdi.”

Ertegün, diğer rakiplerine göre daha temizdi, daha çok telif hakkı ödüyor ve sanatçılarına daha çok önem veriyordu. Endüstri standartlarına göre elçinin oğlu tam bir prensti. Ama yine de zayıf yönleri vardı. Kitabını Ertegün’ün dul eşi Mica’ya ve kız kardeşi Selma Göksel’e adayan Greenfield de bu zayıf yönleri ortaya dökmekten çekinmemiş. Bir yerde Ahmet’in “cam sehpanın altına yattığını ve bir kızın camın üzerinden ağza alınmayacak şeyler söylediğinden” bahsediyor. Bir yer de ise sigarasının küllerini David Geffen’in kafasına döktüğünü ya da Jerry Wexler’in pasaport fotoğrafını “eşekle seks yapan bir kadının fotoğrafıyla” değiştirdiğini söylüyor. “The Last Sultan” adlı eser ismini Ertegün’ün 34 yaşındaki sarışın Fransız dermatolog sevgilisinden alıyor: “Ahmet, Türkiye’nin son sultanıydı.” diyor. “Böyle bir adam asla tek bir ­kadınla yetinmezdi.”

Kitapta yer alan hikayeler bazıları oldukça komik. (“Wexler, Paris’te pasaportunu verdiğinde jandarma, bir fotoğrafa bir Wexler’e ve o sonra yine fotoğrafa bakmış. Yardımcı olmaya çalışan Wexler de ‘Eskiden sakalım vardı’ demiş) Ama bazı hikayelerse hiç de komik değil. (“O tam bir kadın düşmanıydı.” diyor Laura Brani­gan’ın eski müdürü. “Kadınlara çok fazla saygı duymazdı. Laura da dahil olmak üzere tanıştığı her sanatçıyla yatıyordu.”) Greenfield kitapta çekinmeden eteğindeki taşları döküyor. Ama Ertegün’ün hayat hikayesi oluşmasına yardım ettiği endüstriyi ana hatlarıyla özetlediği için Greenfield’in kitabı ilginçliğini yitirmiyor.

Greenfield kitabın sonlarına doğru Ertegün’ün çok sevdiği ve desteklediği siyahilerin müziğinden nasıl uzaklaşarak beyazlardan oluşan grupları bünyesine katmaya başladığını anlatıyor. Atlantic, siyahilerin müziğine olan ilgileri sayesinde Cream, Led Zeppelin, the Rolling Stones gibi gruplarla anlaşmış. Ertegün, darbelerden (bir tanesi de Wexler’in şirketten kovulmasına neden olmuş), şirketi satın almaya çalışanlardan ve Studio 54’teki kokain partilerinden paçasını kurtarmayı başarabilmiş. Ama Greenfield’in konuştuğu muhasebecilerin anlattıkları Ertegün’ün kitabın ilk sayfalarında anlatılan özellikleriyle ters düşüyor.

Ertegün, zamanla dört tane görkemli ev, kendine özel yapılmış Louis Vuitton valizler edinmiş ve Donal Rumsfeld ve Henry Kissinger ile arkadaş olmuş. Greenfield, kitabını Ertegün’ün uzun yıllar çektiği listerya hastalığının  belirtilerini (“ateş, kas ağrıları ve bulantı ya da ishal) sıralayarak bitiriyor. Kitabın sonunda hiç duymadığımız insanlar hakkında birkaç şey yazan Greenfield, ” Herb Abramson, Jerry Wexler, David Geffen ve Jerry Greenberg gibi Doug Morris da artık Ahmet’in bir zamanlar Atlantic’te beraber çalıştığı isim olmuştu. Hepsi gitmişti ama Ahmet hala duruyordu. Zaten Ahmet’in en çok önem verdiği şey tam da buydu.”

Ahmet’in hiçbir zaman yalnız kalmayan bir adam olduğunu düşünürseniz bu, kulağa oldukça garip geliyor.

Avatar

Yazar : Sinem AYAN

Bir yanıt yazın

Avatar

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir