“Düşünceler yayılmaya değer”
Bu cümle TED’in sloganı, hatta hatta mottosu. Teknoloji, eğlence ve dizayn endüstrilerinin bir birleşimi olarak ortaya çıkan organizasyon, kurulduğu 1984 yılından beri bu mottoya bağlı kalmak için çalışıyor. 10 dakikalık konuşmalarda her konunun uzmanını dinleyebildiğiniz bir platform olan TED, gerek çeşitliliği gerekse ulaşılabilirliği açısından yeni bir çağ başlattı diyebiliriz. Çeşitlilikten kastımız ne mi? Aktivistlikten yorulup depresyona giren bireylerin nasıl iyileşebileceğinden, kuantum tekniklerine kadar uzanan geniş bir çerçevede, her konuyu 10 dakikada öğrenebileceğiniz bir platformdan bahsediyoruz. İstatistikler, neredeyse her saniyede 17 kişinin yeni bir TED konuşması izlediğini gösteriyor. Büyük resme bakıldığındaysa, yayınlanmış videoların toplam bir milyarın üzerinde bir izlenme sayısına ulaştığını söyleyebiliriz. Peki insanlar, TED konuşmalarında ne arıyorlar? Kimi zaman aradıkları ilhamı bulmak, kimi zaman merak ettikleri bir konuda bilgilenmek, kimi zamansa, konuşmacıların bilgeliklerinden faydalanmak ve genel kültürlerini geliştirmek için TED konuşmalarını izliyorlar. TED konuşmaları artık okullarda, derslerde kullanılan materyaller haline gelmiş durumda.
Bu yazımızda, TED’in engin konuşma denizinden size ilham verecek altı konuşmayı derledik. 2019 yılında yapılmış en ilham verici altı konuşmada, kendinizden bir şeyler bulacak ve her videoda yeni bir perspektif kazanacaksınız.
1- Para Biriktirmenize Yardımcı Olacak 3 Psikolojik Hile (Wendy De La Rosa)
Para biriktirmek, herkesin yapmak istediği şeyler listesinde ilk beşte yer alır. Her birimiz, yeni yılın başında kendi kendimize “Bu yıl daha çok para biriktireceğim” der, ama her nasılsa bunu asla başaramayız. Tabii, söz konusu tasarruf etmek olunca, söylemesi yapmaktan çok daha kolaydır, peki, gerçekten işe koyulmak ve kenara biraz para koymak için ne yapmamız gerekir? Davranışsal psikoloji alanında çalışan bilimci Wendy De La Rosa, yaptığı TED konuşmasında para biriktirme hedefimizin sadece sözde kalmaması, hayata geçmesi için neler yapmamız gerektiğinden bahsediyor. Bu üç psikolojik hile sayesinde, içinizdeki harcama dürtüsünü bastırabilir, tasarruf etmek konusunda büyük bir adım atabilirsiniz.
Söz konusu para biriktirmek olunca ilk aklınızda tutmanız gereken şey, bunun ne kadar zeki olduğunuzla veya iradenizin ne kadar güçlü olduğuyla hiçbir alakası olmadığı. De La Rosa’ya göre, tasarruf yapmanın altın ilkesi, içinde bulunduğunuz atmosfer. Örneğin, konuşmacının yaptığı çalışmalardan birisinde, denekler gelirlerini haftalık olarak gördüklerinde, aylık olarak gördüklerinden daha çok tasarruf etmeyi başarmışlar. Peki nasıl mı? Cevabı, 3 hilede gizli.
İlk adım, kendinizi hedefinizi gerçekleştirmeye adamak. De La Rosa’ya göre, her birey kendini iki farklı şekilde görmeye yatkındır. Geçmiş hali ve gelecek hali. Kendi algımızda, gelecek halimiz muhteşemdir, erken kalkacak motivasyona sahiptir, her gün spor yapar, para biriktirmeyi başarır, sağlıklı beslenir. Çoğu zaman atladığımız şeyse, gelecekteki halimizin aslında şu anki halimizin birebir aynısı olduğudur. Bunu fark ettiğinizde, aynı adımları şu an atmak konusunda kendinizi motive etmek daha kolay olacaktır. İkinci adım, kendini zorlamaktır. Örneğin, söz konusu tasarruf etmekse, çeşitli uygulamalar veya otomatik banka hesapları kullanarak kendinizi tasarruf etmeye zorlayabilirsiniz. Seçim hakkı size kalmadığında, bu tarz adımları atmak daha kolaydır. Seçim hakkının kararlarınız üzerinde nasıl bir etki sahibi olduğuna gelince… Konuşmacının çalışmalarından birisinde, deneklere vergi iadesi alacak olsalar, bunun ne kadarını kenara koyacakları soruldu. Verilen cevap, ortalamada yüzde yirmi yedi civarındaydı. Bir süre sonra vergi iadesi alındı, ve deneklere bu soru tekrar soruldu: bu miktarın ne kadarını biriktirmeye ayıracaklardı? Denekler, miktarı azaltarak, ortalamada yüzde on yedisini kenara koymaya karar vermişti.
Para biriktirmek için uygulayabileceğiniz bir diğer strateji de, geçiş anlarını kendi avantajınıza kullanmak. Yeni yıllar, doğum günleri, taşınmak ya da bir iş değişikliği, yeni alışkanlıklar edinmek için çok daha elverişlidir: zira kişisel tarihiniz için bir devrimi simgeler.
Son olarak, her ne kadar psikolojik bir strateji olmasa da, De La Rosa’nın size bir diğer tavsiyesi de, attığınız günlük adımları gözden geçirmek. Totalde baktığınızda para harcamanıza neden olan, minik alışkanlıklarınızı terk ederek, düşündüğünüzden çok daha fazla para biriktirebilirsiniz. Örneğin, dışardan yemek sipariş etmek yerine evde pişirmek, veya taksiye binmek yerine otobüs kullanmak gibi.
2- Evden Çalışmak Neden İşiniz için de, Sizin için de Faydalı Olacak? (Matt Mullenweg)
Matt Mullenweg iş ilanı verirken adayların nerede yaşadıklarını sormuyor, zira kendisinin dünyanın her yerinden çalışanı var. Kimileri Kaliforniya’da yaşarken bazıları da Yeni Zelanda’da oturuyor. Mullenweg, kim diyecek olursanız, kendisi WordPress’in kurucularından birisi, aynı zamanda da Automattic’in şu anki CEO’su. Peki Mullenweg, neden çalışanlarını tek bir ülke ya da şehirden seçmek yerine dünyanın her yerinden çalışana sahip. TED konuşmasında bu noktaya değinen Mullenweg, şöyle diyor: “Ben zekanın ve yeteneğinin dünyanın her yerine eşit olarak dağıtıldığına inanıyorum. Fırsat eşitliğinin var olduğuna inanacak kadar naif değilim, bence en çeşitli perspektifler ve sizin aklınıza bile gelmeyecek en yaratıcı fikirler dünyanın öbür ucunda yaşayan, sizden çok farklı hayatlara sahip olan insanlardan geliyor.”
“Silikon Vadisi’ndeki büyük teknoloji şirketlerinin hepsi, aynı limandan balık tutmaya gidiyor. Her şirketin iş ilanına, aşağı yukarı aynı kitle başvuruyor, bu homojen kitle arasında gerçekten fark yaratacak, yeni ışıklar bulmak oldukça zor. Bense, şirketimi tüm dünyaya paylaştırmayı tercih ediyorum, böylece tüm okyanusta balık tutabiliyorum. İş gücümü bu şekilde bölüştürmek sadece benim değil, onların da işine yarıyor üstelik, nerede çalışacaklarına, nasıl çalışacaklarına, ne giyeceklerine kendileri karar veriyorlar, ben değil.”
Eğer siz de kendi ofisinizi dağıtarak, home-office çalışan bir kitleye sahip olmk istiyorsanız, ilk yapmanız gereken şey her şeyi belgelemeyi öğrenmek ve düşünce sürecinizin izlerini kaydetmek, diyor Mullenweg. Bu şekilde çalışmak farklı saat dilimlerinde yaşayan insanlar için de kolaylık sağladığı kadar, şirket büyüdükçe ve geliştikçe daha verimli olmanıza yardımcı olacak.
Mullenweg’e göre, şirketlerin geleceği merkezilikten uzak bir yapıda yatıyor. “Bence şirketler zamanla dünyanın etrafına dağılmayı kabullenecekler. Bunu başaramayanlarsa, başaranlar tarafından alt edilerek tarih sahnesinden silinip gidecekler.”
3- İşe Başvurma Sürecini Nasıl Daha Kolay Hale Getirebilirsiniz? (Priyanka Jain)
Eğer bir şirkete CV gönderme fikri midenizin kasılmasına sebep oluyor, elleriniz o an terlemeye başlıyor, daha başvuru formunu doldurmadan “vazgeçsem mi acaba?” diye düşünmeye başlıyorsanız, emin olun yalnız değilsiniz. Ocakta yapılan bu TED konuşmasına göre, iş başvurusu yapan kitlenin %75’i , yaptıkları başvuru hakkında işverenden hiçbir geri dönüş almadıklarını söylüyor. İşe alınan kitleninse %46’sı, başladıkları işten memnun kalmadıkları için daha ilk yıl dolmadan ayrıldıklarını (ya da kovulduklarını) itiraf ediyor.
Priyanka Jain, problemi şu kelimelerle ifade ediyor: “Tarihte ilk defa, işsiz insan sayısından daha çok iş ilanı var. Bana göre, bu ortada büyük bir sorun olduğu anlamına geliyor.” Jain, Pymetrics şirketinde ürün yöneticiliği yapıyor, şirketin uzmanlaştığı konuysa nörobilimle işi alım süreçlerinin yönetilmesi.
Jain, CV olarak adlandırdığımız kağıt parçasının problemin kaynağı olduğuna inanıyor. Ona göre, her ne kadar özgeçmişler kişilerin geçmişteki başarılarını ve eğitim düzeylerini gösterse de, söz konusu o kişinin potansiyelini belli etmek olduğunda yetersiz kalıyorlar. Özellikle de şu anki gibi sürekli değişen ve gelişen ekonomide, gelecekteki pozisyonlar için gereken yeteneklere neredeyse kimse henüz sahip değilken, işe kimin alınacağına bir kağıt parçasına bakarak karar vermek büyük bir yanılgı, diyor Jain.
Peki çözüm ne? Jain’e göre, yapay zeka algoritmaları kullanılan, çok ölçekli testler kullanılarak potansiyel işverenler işe alacakları adayın hafızasını, kompleks problem çözme yeteneğini ve daha birçok özelliğini gözetebilir. Ana hedefse, bu tarz soyut yetileri ölçülebilir hale getirmek. (Ki zaten Jain’in çalıştığı Pymetrics de tam olarak bunu yapmayı amaçlıyor.) Jain, yaptığı sunum sırasında çoklu ölçek kullanan bir teste dair örnek de veriyor, bu örnekte dinleyicilerden gördükleri çember kırmıza döndüğünde ellerini çırpmaları, yeşile döndüğündeyse el çırpma işlemini tekrarlamamaları isteniyor. Bu kadar basit bir direktife verdiğiniz tepkiyse sizin hakkınızda düşündüğünüzden çok daha fazla şey söylüyor. Sonuçlar, potansiyel işverenlerin deneğin güçlü ve zayıf yönlerini öğrenmelerini sağlıyor. Örneğin, eğer kırmızı çember belirdikten sonra el çırpmakta geç kaldıysanız ancak yeşil çember belirtildiğinde yapmanız gerektiği gibi el çırpmakta çekimser kalırsanız, bu proje yöneticisi ve muhasebeci gibi yüksek dikkat gerektiren pozisyonlarda daha başarılı olacağınız anlamına geliyor. Eğer kırmızı çemberi gördüğünüz anda el çırpar, kimi zaman yeşil çemberi gördüğünüzde de yanılarak el çırpmaya devam ederseniz, bu anlık dürtülerinizin güçlü olduğu ve pazarlamacılar gibi yaratıcılık gerektiren pozisyonların size uygun olduğu anlamına geliyor.
Gelecekte bu tarz testlerin yaygınlaşacağını öngören Jain, zamanla işe alım süreçlerinin daha sancısız geçeceğini, aday-pozisyon eşleşmelerininse daha doğru yapılacağını düşündüğünü söylüyor. İş başvurusu yapacak adaylara tavsiyesiyse, onları sadece CV’ lerinden yararlanarak değerlendiren geleneksel şirketler yerine, bu tarz testler kullanan, çağdaş tekniklere yönelmiş şirketler tercih etmeleri.
4- Sekiz Adımda İnsanların Çalışmaktan Keyif Alacağı bir Şirket Yaratın (Patty McCord)
Patty McCord, konuşmasına hep bir insan kaynakları uzmanı olmak istediğinden bahsederek başlıyor. Yönetimin dilinden konuşmakta uzmanlaşmak isteyen McCord, uzun yıllar süren insan kaynakları kariyerinin ardından (ki bu uzun kariyerin içerisinde, 14 yıllık bir NetFlix kariyer şefliği de var) McCord, İK’da öğrendiği birçok şeyin aslında işe yaramadığını ve şirketlerin genellikle çalışanlarına karşılarındakiler aslında çocukmuşçasına davrandıklarını fark etmiş. “Tüm bu yıllar boyunca şirketlerin “en iyi” stratejilerinin neredeyse hep bir başkasının yaptığını taklit etmek olduğunu fark ettim.” Diyor McCord, TED konuşmasında.
İnsan kaynaklarının asıl yapması gereken şey insanları kontrol etmek değil, birlikte harika işler başarabilecek takımlar kurmaktır diyor McCord. “Kullanmamız gereken ölçütse müşterilerimizin mutluluğudur, insanların işe kaçta gelip kaçta çıktıkları ya da kaç gün izin yaptıkları değildir. Eğer çalışanlarınız mutluysa, müşterileriniz de mutludur, günün sonunda asıl hedefiniz müşterileri mutlu etmek olduğuna göre, bu hedefe ulaşmak için çalışanlarınızı da mutlu etmeniz gerekir. Bir şirketteki herkes işin nasıl işlediğini, nasıl para kazanıldığını ve başarının tam olarak ne olduğunu anlamalıdır. Sonraki adımsa, çalışanlarınızı bu değişim ve başarı hakkında heyecanlandırabilmektir, onlara ilham vermektir.
Bir şirkette çalışan herkes gerçeklerle başa çıkabilmelidir. Eğer çalışanlarınıza geri dönüt vermekte zorlanıyorsanız, yeterince pratik yapmıyorsunuz demektir. İnsanlara gerçeği söylemekten bir zararınız olmaz. Bu yüzden önceliğiniz dürüst olmak ve çalışanlarınıza neyi doğru, neyi yanlış yaptıklarını söylemek olmalıdır. Buradaki anahtar noktaysa, bunu zamanında yapmaktır, iş işten geçtikten sonra değil. Kariyerin aslında bir yolculuk olduğudur. Neredeyse hiç kimse yola çıktığı kişiyle aynı kişi olarak kalmaz. Hedeflerimiz, tercihlerimiz hayatımız boyunca, yolda ilerledikçe değişecektir. Bu değişime ayak uydurabilmeli, çalışanlarınıza kendilerini geliştirmeleri için olanaklar sunabilmelisiniz. Eğer çalışmaktan zevk alınan şirketler yaratırsanız, işten ayrılan çalışanlarınız bile sizin marka elçiniz olmaktan vazgeçmez, sadece sizin ürününüzle değil, aynı zamanda kendinizle, şirket kültürünüzle, iş yapma biçiminizle gurur duymaya devam ederler.”
5- Aynı Fikirde Olmayan İki Kişi Arasındaki Tartışmayı Yönetmek (Eve Pearlman)
Bilgi çağında yaşadığımızın herkes farkında olsa gerek. Bilgisayarlar, akıllı telefonlar, tabletler, televizyonlar derken, bilgiye ulaşmak tarih boyunca hiç bu kadar kolay olmamıştı. Diğer bir yandan, bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olmasının bir dezavantajı da var elbette: bilgi kirliliği. Birçoğumuz bu bilgi denizinin içinde doğruyla yanlışı ayırt etmekte zorluk çekiyoruz, gerçeği bulmakta zorlanıyoruz. Politik görüş ayrılıkları derinleşiyor, teknoloji çatlakları onarmaktansa büyütüyor, her şeyi bir kenara bıraktığınızda, iki kişinin saygılı, açık fikirli ve sakin bir şekilde tartışması gün geçtikçe zorlaşıyor. Çünkü artık hiç kimse haksız olduğunu itiraf etmek istemiyor.
Gazeteci Eve Pearlman da tam olarak bu probleme değiniyor. Bu sorunu çözmek isteyen Pearlman, kurduğu şirket Spaceship Media’da, diyalog gazeteciliği üzerine uzmanlaşmayı amaçlıyor. Anlaşamayan insanlar arasındaki tartışmaları yönetmekte uzmanlaşan Pearlman, yaptığı TED konuşmasında da işinin inceliklerinden bahsediyor.
2016 Amerikan seçimlerinden sonra, Kaliforniya’dan davet ettiği 25 Clinton destekçisini ve Alabama’dan davet ettiği 25 Trump destekçisini bir araya getiren Pearlman, iki cephe arasındaki en tartışmalı konuları masaya sürerek, bu sorunlar üzerine iki tarafın görüşlerini almak istemiş. İlk soru da şu: “Sizce, karşı taraf sizin hakkınızda ne düşünüyor?” Bu soru sayesinde çeşitli önyargıların yıkılmasını sağlayan Pearlman, panele silahlar, göç, etnik köken ve ırk gibi tartışmalı konularla yön vermeyi tercih etmiş. Konuşmasında süreci yorumlayan Pearlman: “Sonuçta fark ettiğimiz şeyse, her ne kadar iki tarafın çok keskin fikir ayrılıkları olsa da, gerçek bir diyalog kurmanın mümkün olmasıydı. Gerekli yapı oluşturulduğunda ve şans verildiğinde, birçok katılımcı ortak bir noktada buluşmaya hevesliydi.” Diyor.
Pearlman’a göre, şu anki çatışma ve tartışma ortamı, kimsenin işine yaramıyor. Karşı tarafla açık ve saygılı bir biçimde tartışabilmek yeteneğinin takdir edildiği bu günlerde, aslında iki taraf da silahlarını bir kenara bırakarak oturup konuşabilse, şu an yaşadığımız birçok sorun kendiliğinden çözülecek. Pearlman’ın paylaştığı bir diğer ilginç anekdota göre, bu panellerde tanışan birçok katılımcı, panelin sonrasında da iletişim halinde kalarak yeni arkadaşlıklar ve bağlar kurdu, hatta kimileri bugün hala görüşmeye devam ediyor.
“Bana göre, bizi insan yapan asıl şey, farklılıklarımızı bir kenara bırakarak ortada buluşabilme yeteneğimiz. Bizim yaptığımız iş ülkemizdeki politik iklimi değiştiriyor, daha ılıman, daha çözüm odaklı bir hale getiriyor. Evet, hedeflediğimiz noktaya ulaşmak zor olacak bunu biliyoruz, ama demokrasi dediğimiz olgunun farklılıklara rağmen beraber çalışarak problemlerimizi çözmeye dayandığına inanıyoruz, bu yüzden her gün işimize yeni bir güç ve motivasyonla sarılıyoruz.”
6- Piramit Şemalarını Fark Etmek (Stacie Bosley)
2004 yılında Vemma Beslenme adında yeni bir şirket, eğitim seviyesinden ve deneyiminden bağımsız olarak herkese yarım gün veya tam gün çalışma karşılığında para kazanma fırsatı sundu. Yapılması gereken tek şeyse 500 ya da 600 dolar harcayarak bir ürün kiti satın almak, ve iki diğer kişiyi de bunu yapmaya ikna ederek şirketi büyütmekti. 2013 yılına gelindiğiyse Vemma Beslenme dünya çapına yayılmıştı ve senede 200 milyon dolar kazanır hale gelmişti, ama birçok yatırımcının ödedikleri ilk depozitodan çok daha azını kazandıkları fark edilmişti, bunun sebebi de Vemma’nın bir piramit şemasıyla çalışıyor olmasıydı. Konuşmasında Vemma örneğinden bahseden Bosley, piramit şemalarını şu şekilde anlatıyor:
“Piramit şemaları, dışarıdan çok karlı gözüküyor olsalar da hiçbir zamanın piramitin tabanındakilerin yararına çalışan şemalar olmamışlardır. Peki nasıl bir piramit şemasını fark eder ve ondan kaçınırsınız? En temel uyarı sinyali, kurucunun bir grup insandan şirkete giriş paylarını satın almalarını istemesi ve başkalarını da şirkete sokmalarını beklemesidir. Kendileri sayesinde şirkete katılan her bir yeni yatırımcıdan bir komisyon kazanacakları sözünü alan bu grup, zamanla piramitte daha yüksek basamaklara ulaşacakları vaadine kanarak, aslında büyük çoğunluğu kurucunun cebine girecek her bir dolar için durmaksızın çalışırlar. Birçok kişinin fark etmediği şeyse, piramit büyüdükçe yeni katılımcılar için bu işten kar etmenin zorlaştığıdır. Örneğin, diyelim ki kurucumuz altı kişilik bir grubu işe aldı ve hepsinden de altı kişiyi daha şirkete dahil etmelerin istedi. Bu 36 kişi de, diğer bir altı kişi bulunca, yeni katılan grubun sayısı 216’yı bulmuş oldu. Bu çember devam ettikçe, 12. Turda, 2.1 milyar insan piramite dahil olmuş oluyor: sürecin devam etmesi içinse neredeyse 13 milyar yeni katılımcı gerekiyor. Piramitin oluşumunu görebiliyor musunuz? Sayı arttıkça, kardan alınan pay düşüyor, pay düştükçe, yeni bir katılımcının kar etmeyi bırakın, girişte ödediği depozitoyu geri alması bile zorlaşıyor.
Piramit şemalarından tam olarak da bu yüzden uzak durmanız gerekiyor. Eğer bir şirket sizden yeni katılımcılar bulmanızı istiyor, gruba katılmak için bir depozito ödemeniz gerekiyorsa, bu teklif her ne kadar karlı gözüküyor olursa olsun, sonu hiçbir zaman sizin yararınıza olmayacaktır. Birçok piramit şirket kendini çeşitli ödüller ve fırsatlar sunarak gizlemeye çalışır, bu tuzaklara kanmayın.”