Sosyal Girişimciliği Sürdürülebilir Kılmak

Sosyal girişimcilik, son yıllarda potansiyel anlamda değişim yaratacak sosyal değişimleri belirleme ve başlatmanın bir yolu olarak ortaya çıktı. Devlet müdahalesi ve saf iş girişimciliğinin bir melezi olan sosyal girişimler, yasal müdahalelerin kıvılcımını yakmak veya özel sermaye çekmek için kapsamı oldukça dar olan sorunları ele alabilir.

Bu girişimler başarılı olmak için hem sosyal hedeflere, hem de katı finansal kısıtlamalara bağlı kalmalıdır. Girişimlerin altında yatan amaç ise; belli bir grup insana fayda sağlamak, bu insanları dezavantajlı konuma getiren sosyoekonomik dengeyi değiştirerek bu kişilerin yaşamlarını dönüştürmektir. Bazı durumlarda sağlanan bu fayda projenin söz konusu kavramın işlevselliğini kanıtlamasının ardından, çevreci girişimcilikte olduğu gibi daha geniş bir insan grubunu kapsayacak şekilde genişletilebilir. Ancak çoğu zaman söz konusu fayda, ekonomik açıdan dezavantajlı ya da yardım almadan sosyal veya ekonomik durumunu düzeltemeyecek, toplumun dışlanmış kesimlerini hedefler.

Bu girişimin aynı zamanda finansal açıdan sürdürülebilir olması da gerekmekte. Aksi takdirde yeni sosyoekonomik denge, vergi mükellefleri veya hayırseverlerden sürekli yardım almasını mecbur kılacaktır ki bunun sonsuza dek devam edeceğinin garantisi yoktur. Girişimin sürdürülebilirliğini sağlamak için girişimden fayda sağlayanların sayısı arttıkça, girişimin maliyetleri düşmeli; girişim büyüdükçe, hayırseverlere veya devlet desteğine olan bağımlılığın azalmasına olanak tanınmalıdır.

Sosyal girişim bazı durumlarda kârlı bir işe dahi dönüşebilir. Örneğin, 1970’lerin sonlarında Muhammed Yunus çok fakir kişilere ufak krediler verilmesini sağlayan bir deneyi gerçekleştirmek üzere fon desteği aldı. Bu deney büyüdü ve dezavantajlı Bangladeşlilere hizmet sunan, finansal olarak sürdürülebilir bir sosyal girişime, namı değer Grammen Bank’a dönüştü. Diğer insanlar da fakirlere kredi vererek, düzenli kâr elde etmenin mümkün olduğunu görünce, Grammen modelini benimsediler ve Yunus’un başlattığı bu girişimin etkisini geniş bir alana yayıp artırmış oldular. Günümüzde “Mikro Kredi” olarak bilinen kavramın temelleri atılmış oldu.

Sosyal girişimciler sürdürülebilirliği, hatta kârlılığı sağlama şanslarını artırmak için neler yapabilirler? Cevabı bildiğimizi sanıyoruz. 1999 yılında internet girişimcisi Jeffrey Skoll tarafından kurulan Skoll Foundation için yaptığımız çalışmalar kapsamında son 15 yıldır başarılı sosyal girişimcileri yakından inceliyoruz. Vakıf her yıl az sayıda kişiyi Skoll Sosyal Girişimcilik Ödülü’yle (SASE) onurlandırıyor. Bugüne dek 91 organizasyonu temsil eden 100’den fazla sosyal girişimci Skoll ödülünü almayı başardı.

Bu liderleri ve girişimlerini incelerken, hepsinin fayda sağlayacağı umulan kesim için sosyal ve ekonomik dengeyi daimi olarak değiştirecek sürdürülebilir finansal modeller yaratmaya yönelik çalışmalarında, mevcut sistemdeki iki özelliğini değiştirmeye odaklandıklarının farkına vardık:

Ekonomik aktörleri ve uygulanan teknolojiyi değiştiriyorlardı. Peki, bu değişiklikleri nasıl başarılı bir şekilde gerçekleştirdiler?

 

Aktörler

Sosyal ve ekonomik sorunlar genellikle ekonomik aktörler arasındaki oransız güç dengelerini yansıtıyor. Hindistan’ın el dokuması halı sektörü bu dinamiğin başlıca örneklerinden biri. Çocuk hakları aktivisti ve Malala Yousafzai ile birlikte 2014 Nobel Barış Ödülünü kazanan Kailash Satyarthi, 1980’lerin başında Hindistan’daki fakir çocukların aralarında halı dokuma endüstrisinin de bulunduğu farklı endüstrilere işçi bulan aracılar için kolay bir av olduğunun farkına vardı.

Bu aracıların ele geçirdiği çocuklar iş sahiplerine satılıyordu ve iş sahipleri çocukları berbat koşullarda, günde 12 saat veya daha uzun süre çalışmaya zorluyordu. Çocukların küçücük elleri, ucuz halı perakendecilerinin talep ettiği şık halıları üretiyordu. Ülkenin el yapımı halı endüstrisinde baskın olan üç grup oyuncu vardı: iş sahipleri, işgücü simsarları ve perakendeciler. Çıkar birliği yapmış bu gruplar, çocuk sömürüsünden istifade etmelerini sağlayan çirkin bir dengeyi sürekli hale getiriyordu.

Sosyal girişimciler bu gibi durumlarda mevcut sisteme yeni aktörler ekleyerek dengeyi dönüştürmeyi hedefliyorlar. Bu aktörler iki kategoriye ayrılıyor: Güç dengesini değiştirme rolü üstlenen müşteriler ve ekonomiyi değiştirme rolü üstlenen devlet.

 

Müşteriler ve Güç

Satyarthi’nin aktivizm kariyeri, çocuk sömürüsüne karşı farkındalık oluşturma umuduyla işletmelere düzenlediği baskınlarla ve bu türden kampanyalara verdiği aktif desteklerle başladı. Bu yaklaşımın sistemi asla değiştirmeyeceğini kabullenmek zorunda kaldığı anı halen hatırlıyor. Yürek burkan fakat başarılı bir baskın sonrasında, simsarlar tarafından hayat boyu kölelik yapmak üzere trene bindirilen bir düzine çocukla karşılaştı. 10, 20 ya da 200 çocuğu serbest bırakmanın yeterli bir çözüm olamayacağını anladı. 200 belki de 2000 çocuk anında bu çocukların yerine geçecekti.

Fark yaratabilecek sistemin köleleştirilmiş işgücünün ürettiği halıları satın almayı reddeden aydınlanmış müşteriler olabileceğini keşfetti. Yaşlıca bir kadın kendisine halıların nasıl üretildiğini bilmeden satın aldığını; fakat halının çocuk işçiler tarafından üretildiğini öğrendiğinde, halıyı çöpe attığını anlatmıştı. Satyarthi’nin her şeyi anladığı an bu olmuştu. Kadın ona: “Ben çok yaşlıyım. Fakat sen gençsin. Yeni bir halı alabilmem için bir şeyler yapmalısın” demişti.

Satyarthi, bu kadının emek sömürüsüyle üretilmiş ürünler satın almaktan kaçınacak diğer müşterileri temsil ettiğini ve bu müşterileri sorumlulukla üretilmiş ürünler satın almaya yönlendirebileceğini anladı. 1990’ların ortasında şu anda GoodWeave International adıyla bilinen Rugmark’ı piyasaya çıkardı. Kuruluş Güney Asya’da çocuk işçi kullanılmaksızın üretilmiş halıları sertifikalandırmak için oluşturulmuş ilk gönüllü etiketleme sistemiydi.

GoodWeave bugün dünya çapında faaliyet gösteriyor. Asya’daki en büyük perakende pazarlarına ve halı üreten kilit bölgelere odaklanıyorlar. Target’ın da aralarında bulunduğu 130’dan fazla halı ithalatçısı ve perakendecisi sisteme üye olarak, GoodWeave’in sertifikalandırdığı dokuma halıları tedarik etmeyi kabul etti. Satyarthi ve sertifikalandırma sistemini tanıtan diğer pek çok sosyal girişimcinin de anladığı üzere tüketiciler standartların çok altındaki sosyal dengeyi değiştirmek için güçlü ve sürdürülebilir bir yöntem olma özelliğine sahipler. Sertifikalar, iyi düşünülmüş ve güven uyandıran çabalarla desteklendiğinde, daha fazla şeffaflık sağlayarak tüketicileri bilgilendiriyor ve motive ediyor. Yeterli sayıda müşteri, parasal yoldan bu sisteme destek oyu verdiğinde perakendeciler ve tedarikçiler mesajı alıyor; böylelikle sistem sonsuza dek değişiyor.

 

Devlet ve Ekonomi

Bazı başarılı sosyal girişimciler, köşesine çekilmiş devleti sistem içerisinde daha üretken bir alana çekerek daha iyi bir denge sağladılar. Bu yeni rol, vatandaşların vergilerinin etkinliğinden faydalanıyor ya da gelişmekte olan ekonomilere bakacak olursak zengin uluslardan gelen kalkınma yardımı, devlet hizmetlerini daha değerli kılıyor.

Örneğin, Amazon Koruma Timi(ACT), Amazon havzasındaki ormanların yok edilmesi sorununu ele alırken Brezilya hükümetini sistem içerisinde daha etkin işleyen bir aktör haline getirdi. Bu değişim öncesinde sistem; kerestecileri, çiftlik sahipleri ve alanı imara açmak için milyonlarca hektar ormanı çoğunlukla yasadışı biçimlerle tahrip eden madencileri, yerli halkla karşı karşıya getiriyordu. Amazon halkı bu geniş arazilerin nesillerdir kendilerine ait olduğunu düşünse de buradaki varlıkları giderek belirsiz hale geliyordu ve bu arazilerin kontrolünü ellerinde tutmanın bir yolu da yoktu.

Brezilya dev bir soruna dönüşen orman tahribatını fark etmiş olsa da, yapılan ihlallerin çokluğu karşısında devletin elinden fazla bir şey gelmiyordu. Ne zaman yerli halkın topraklarının yasa dışı kullanıldığını keşfetseler, arazi çoktan zarar görmüş oluyordu.

Amazon Koruma Timi’nin ın temel girişimi, yerli kavimlere GPS cihazları vermek ve atalarından kalan toprakları belirlemeleri için eğitmekti. Bu yolla oluşturulan haritalarla yağmur ormanlarının korunması için devlete gerekli bilgileri sundular ve çıkarlarını daha etkin bir şekilde savunabildiler. Topraklar net bir şekilde belirlendikten sonra kavimler hayatlarının bağlı olduğu bu toprakları koruyup gözetebildi. İzlemeye ve korumaya yönelik bu sistem bütün merkezi yaklaşımlardan çok daha iyi performans gösterdi. Ticari çıkarlarla mücadelede güç dengesi, maliyet verimliliği sağlayacak biçimde yerli halkların lehine değişti, böylelikle daha verimli ve etkili bir koruma sağlanmasına katkıda bulundu.

 

Teknoloji

Ekonomik ve sosyal aktörler, mevcut denge içerisinde arzulanan hedeflere ulaşmak için yapılar, iş modelleri veya araçlar kullanırlar. Aktörler ve işleyiş biçimleri, yani “teknolojiler” birleşerek dengeyi standart ve adil olmaktan çıkarırlar.  Bu nedenle, değişimi başlatmanın ikinci bir yolu, mevcut aktörleri yerlerinde bırakırken, sistem teknolojisini çarpıcı şekilde iyileştirmektir. Bu türden bir iyileştirme şu üç yoldan biri ile mümkündür: İkame etme, yaratma veya yeni bir amaç kazandırma.

 

Kilit bir teknolojiyi daha az maliyetli bir teknolojiyle değiştirin.

SASE ödülünü kazanan birçok girişimci, belli bir fonksiyon veya ürün bileşenindeki mevcut standardı değiştirmek için daha düşük maliyetli bir teknoloji bularak başarıya ulaştı.

APOPO kurucusu Bart Weetjens mayınları temizlemenin önündeki en büyük engelin mevcut teknolojilerin yüksek maliyeti olduğunu anladı. Pahalı ekipmana ve eğitimli köpeklere ihtiyaç vardı. Mayınlarla dolu ülkeler için mayın temizleme makineleri bulmak oldukça zordu. Dahası köpekler ağırlığı dolayısıyla mayını patlatma dolayısıyla da ölme riski taşıyordu. Sonuç mayın temizleme çabalarının yavaşlaması ve ivme kazanamaması oldu. Çocukken fare besleyen Weetjens, bu hayvanların akıllı olduğunu ve mayınları koklayarak bulmak için eğitilebileceklerini biliyordu. Afrika’da yetiştirilen dev farelerin bu iş için biçilmiş kaftan olduğunu anlayıp bu gerçeği herkese gösterdi.  Fareler o kadar hafiflerdi ki mayınları harekete geçirmiyorlardı. Ülkeler ve organizasyonlar APOPO’nun mayın temizleme hizmetlerini çok daha düşük maliyete kullanabiliyor ve mayınları eskisinden çok daha hızlı temizleyebiliyorlardı. (Weetjens, farelerini salya örnekleri koklayarak tüberküloz teşhis etmeye yönelik de eğitebildi. Bu ucuz ve hazır halde bulunan “teknoloji”, gözden ırak bölgelerdeki kliniklerin tüberkülozu teşhis etmesini ve hastaların tedavi sürecinin hızlanmasına olanak tanıyor.)

Pek çok sosyal girişimci, tıbbi uzmanların yetersiz olduğu veya zamanlarının kısıtlı olduğu ortamlarda, paraprofesyonellerin muhteşem sonuçlar yaratabildiğini keşfetti. Doktor ve hemşire sayısının özellikle sınırda olduğu Sahraaltı Afrika’sında, kâr gütmeyen bir kuruluş olan Medic Mobile, sağlık çalışanlarının ilaç stok takibinden yeni gebeliklerin kaydını tutmaya kadar tüm işlerin telefon uygulamaları aracılığıyla yapılabilmesini sağlıyor. Böylece sağlık çalışanlarının daha kritik, uzmanlık gerektiren sorumluluklarına odaklanmasına yardımcı oluyor.

Başka bir örnek verecek olursak, mothers2mothers, HIV pozitif olan hamile kadınların takibi için “danışman anneler” eğitiyor. Bu yardım sayesinde çok daha fazla sayıda HIV pozitif anne adayı, sağlıklı, HIV negatif bebekler doğurma şansını artıran tedavi rejimine bağlı kalabiliyor. m2m’in danışman anneleri ayrıca AIDS’le savaşmak için uluslararası toplulukların ilaçlara yaptığı büyük yatırımlardan yararlanabiliyor.

Sağlık liderleri ABD’de üniversite öğrencilerini eğiterek zamanı ve bilgisi olsa doktorların yazacağı “reçeteleri” öğretiyorlar: Kamu sağlık kliniklerini veya hastane acil servislerini kullanan pek çok fakir ve hastalıkla mücadele eden hastaya, bu şekilde medikal olmayan sosyal destek hizmeti sağlanıyor. Organizasyon, bu tür hastaların yiyecek, barınma ve ulaşım ihtiyaçları karşılandığında hastalığı atlatma şanslarının daha yüksek olduğu gerçeğinin farkında. Hem daha iyi sağlık sonuçları, doktor ve hemşirelerin iş yükünü azaltmanın yanı sıra kamu sağlık hizmetleri sistemindeki maliyet yükünü de hafifletmekte.

 

Yeni bir teknoloji olanağı yaratın.

Sosyal girişimcilerin aynı zamanda yarattıkları yeni teknolojilerle kullanıcıların daha önceki teknolojiyle gerçekleştiremedikleri şeyleri yapmalarına olanak tanıyarak da başarılı olabildiklerini gözlemledik.

Örneğin Matt Flannery ve Jessica Jackley, Kiva platformunu yaratmadan önce, zengin ülkelerdeki ufak ölçekli kredi sağlayıcıların, fakir ülkelerdeki ufak ölçekli kredi alıcılara borç vermesi neredeyse imkânsızdı. Olası kredi sağlayıcıları, merkezlerinin bulunduğu ülkelerde geniş ölçüde mevzuatlara tabi bankalar olarak işlev gösterdikleri için mikro finans kurumları (MFI) aracılığıyla para sağlamalarının bir yolu yoktu. Bunun yerine zayıf ülkelere mikro finans programları sunan sivil toplum kuruluşlarına bağış yaparak hayırseverlikte bulunuyorlardı.

Kiva platformu söz konusu engelleri aşmayı sağlayan bir teknoloji sunuyor. Tüm dünyadaki mikro kredi sağlayıcıların, fakir ülkelerdeki mikro kredi alıcılara 25 dolar kadar küçük miktarlarda borç vermesini sağlıyor. Kiva, işlemleri ve yasal maliyetleri mikro finans kurumlarından oluşan küresel ağı ile yönetiyor ve kredi alanları yerel ortakları sayesinde onaylıyor. Platformların kullanımı giderek artınca her iki tarafın işlem maliyetlerinde de büyük bir düşüş oldu. Kiva gelecek iki yıl içerisinde 1 milyar dolardan fazla mikro krediyi sağlama yolunda ilerliyor. Platform,  2005 yılında kurulduğundan beri yüzde 98 geri ödeme oranına ulaştı, kazanılmış gelirlerin bağışlanmış gelirlere oranı her geçen yıl artış gösteriyor.

 

Mevcut bir teknoloji olanağına yeni bir amaç kazandırın.

Üçüncü mekanizma, ikincisine benziyor. Ancak burada sosyal girişimci yeni bir teknoloji yaratmak yerine mevcut teknolojiye farklı bir bağlamda yeni bir amaç kazandırıyor.

SASE ödülünü kazanan, eskiden bir ilaç şirketinde araştırmacı olarak çalışmış Victoria Hale ilaç şirketlerinin, raflarını gelişmiş dünya pazarları için uygun olmadığı kabul edilen ve gelişen dünyada ise kâr getiremeyecek ilaçlardan arındırmak için OneWorld Health adında bir enstitü (iOWH) kurdu. Bu gizli fikri mülkiyetin bir kısmının, dünyanın en fakir bölgelerindeki salgın hastalıklarla savaşmak için yeniden amaç kazanabileceğini düşündü. Daha sonra küresel sağlık organizasyonu PATH ile birleşen enstitünün başlıca hedeflerinden biri, özellikle Hindistan’ın kırsal kesimlerinde ve Doğu Afrika’da bir tür sinek aracılığıyla her yıl yarım milyon insana bulaşan ve 30,000 kişiyi öldüren karahumma hastalığıydı. Karahummadan ölümler hastalığın tedavi edilemez olmasından değil; tedavinin aşırı derecede pahalı olmasından kaynaklanıyordu.

Hale, tamamen geliştirilmiş; fakat artık üretimde olmayan bir ilaç olan paromomsinin karahummayı iyileştirmek için kullanılabileceğine inanıyordu. Hindistan’da yapılan klinik deneyler onu haklı çıkardı. İlaç geliştirmenin getirdiği büyük maliyeti ortadan kaldıran iOWH, Hindistan hükümetini paromomsin kullanmaya ikna etti ve hastalar için “aşırı maliyeti”, “hayat kurtarıcı” bir tedaviye dönüştürmüş oldu.

Yeniden Amazon havzasına dönecek olursak SASE ödüllü Imazon, yaklaşık on yıl önce Google Earth’ün açık uydu altyapısına yeni bir amaç kazandırmayı umuyordu. ABD hükümeti Google’ın devletin uydu alt yapısını kullanımına izin verdi. İmazon ise bunu ormanlardaki anlık değişimleri izleyebilmek için yeniden tasarladı. Imazon’un uydu teknolojisi kullanımı ile hem hükümet hem de Google ortaklığı ağaç kesme operasyonlarını ve diğer tüm tahribatları ortaya çıkardı; böylece suçlular belirlendi, durduruldu ve yargılandı.

 

Karma Yaklaşım

Sosyal girişimcilikte başarılı olmak için açıkladığımız stratejiler birbirini destekliyor. Pek çok SASE ödülü kazananı, hedef bileşenlerine yeni ve sürdürülebilir bir denge sağlamak için bunlardan birkaçını kullanıyor.

Örneğin, Proximity Designs’dan Debbie Aung Din Taylor ve Jim Taylor, Myanmar’da küçük ölçekli şirketlerden oluşan tarım sektörünü dönüştürmek için çok sayıda işin aynı anda yapılması gerektiğini fark etti. Geleneksel olarak açılışla ilişkilendirilen maliyetleri azaltmalı, ürün tasarımı ve geliştirmeyle alakalı operasyon maliyetlerini kısmalı, müşteri edinmeli, devletin rolünü değiştirmeli ve teknoloji çözümleri sürekli olarak geliştirilmeliydi.

2004 yılından beri çalıştıkları Myanmar’da küçük çiftlik sahipleri ülkenin bel kemiğini oluşturuyor: Nüfusun yüzde 70’inden fazlası tarıma bağımlı ve tarım kırsal kesimlerdeki çoğu çiftçinin geçim kapısı. Onlarca yıl süren bir diktatörlük rejiminden yeni çıkan devletin, nüfusu destekleyecek ne finansal kaynakları ne de becerisi bulunuyordu. Bölgeye giren özel sektör şirketleri, daha büyük ve donanımlı pirinç çiftliklerine odaklanıyordu. Söz konusu bu çiftliklerin üretimleri pazar talebini karşılamak için toplanabilirdi. Bağışçılar ise küçük çiftlik sahiplerinin ihtiyaçlarından çok sağlık veya eğitim programlarını cazip buluyor; kırsal kesimlerdeki çiftçiler, zorluklara göğüs germesi için tek başlarına bırakılıyordu. Zararlarını azaltıp üretimlerini artıracak bilgi, araç ve eğitimden yoksunlardı.

Taylor’lar bu korkunç dengeyi dönüştürmeye kararlıydı. En başından itibaren odaklı, çevik, girişimci bir organizasyon olan Proximity, tarım ürünleri odaklı bir ülke ofisi olarak iş hayatına başladı. Böylece başlangıç maliyetlerini büyük ölçüde azalttı. Organizasyon gelişip bağımsız bir varlığa dönüştükçe yeni görevi, ürün Ar-Ge maliyetlerini nasıl geniş ölçüde düşürebileceğini anlamaya çalışmak oldu. Bunu da şu iki şekilde gerçekleştirdi: Stanford’daki Hasso Plattner Enstitüsü ile ortaklık kurdu ve düşük maliyetli, yetenekli ve motivasyonu yüksek “üyeler” ve stajyerler işe aldı.

Proximity, kırsal alandaki maddi durumu yetersiz müşterilerini anlaması sayesinde, ihtiyaçları geniş kapsamlı bir şekilde karşılayabiliyor. Organizasyon etkili, dayanıklı ve uygun fiyatlı pompalar ve diğer sulama ürünleri tasarlıyor; hasatın verimli olmasını sağlamak için tohumları test ediyor. Fakat Myanmar’daki çiftçilerin büyük bölümü, yeni tohum stokunu hatta en ucuz cihazı dahi satın alamıyor. Dolayısıyla Proximity hizmetleri arasına mikro krediyi de ekledi. Ayrıca, ürün ve finansal hizmetlerinin yanı sıra danışmanlık desteği de sunuyor. Zirai konularda teknik yardımı da sağlıyor. Son olarak organizasyon, devletle uyumlu bir ilişki içerisinde çalışıyor. Devleti gıda güvenliği konusunda güvenilir bir danışman ve zirai memurları yetiştirmede ciddi bir kaynak olarak görüyor.

Proximity’nin operasyon maliyetine yönelik değişim hareketi, kendini sürekli geliştirmesini; ürün ve hizmet hattına eklemelerde bulunmasını sağladı. Bunun karşılığında, pazar talebi yükseldi, organizasyonun müşteri tabanı genişledi, gelirler çarpıcı bir şekilde arttı ve en önemlisi de gıda güvenliği ve milyonlarca kişinin yaşamı hatırı sayılır ölçüde düzeldi.

Devlet görevlileri, sosyal aktivistler ve dünyamızı iyileştiren büyük sosyal dönüşümlerle ilişkili iş girişimcileri, ortaya attıkları fikirlerin neleri başarabileceğini hayal edemezlerdi; pek çoğu yarattıkları bu kıvılcımların etkisini göremedi. Bu anlamda Martin Luther King etkili bir örnek. Aynı durum günümüzün gerçek sosyal girişimcileri için de geçerli olabilir. Fakat onlar göremese de bu girişimcilerin melez yöntemleri, devlet veya şirketler için gerçekleştirmesi zor olan değişimleri başlatmaya yardımcı oluyor. Elbette finansal sürdürülebilirlik şartı ile sosyal bir hedefi aynı anda gerçekleştirmeye çalışmak güç. Fakat bunca zamandır şahit olduğumuz her şey, dünyanın her yerinde pek çok girişimcinin çoğu insanın maruz kaldığı üzücü durumları dönüştürecek, ölçülebilir sosyal girişimler yaratmada başarılı olduğunu gösteriyor. Bu girişimcilerin istikrarlı başarısı, diğerleri için değerli bir yol haritası oluşturabilir; böylece daha iyi, daha adil bir geleceğe yönelik toplumsal yolculuğu hızlandırabilir.

 

İlginizi çekebilir

Sosyal Girişimcilik Projeleri
10 Muhteşem Marka Hikayesi
Avatar

Yazar : Deniz

Bir yanıt yazın

Avatar

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir