Biz insanlar hayatımızın şu an nasılsa gelecekte de öyle olacağına, her şeyin her daim tam da alıştığımız şekilde işlemeye devam edeceğine inanırız. Olmayacak düşler peşinde koşmadığınız müddetçe bu çok da kötü bir durum değildir. Ancak onulmaz hatalara düşüyor ve her şeyi düzeltmeye çalışmak yerine rüzgara karşı yelken açmakta ısrar ediyorsanız, bu inanç son derece tehlikeli bir eğilime de dönüşebilir.
Bu görüş, yazımıza ilham kaynağı olan Neil Pasricha’ya ait. Kendisi pozitifliği ve basit zevklerin savunucusu olması ile karakterize edilmiş Kanadalı bir yazar, girişimci, podcaster ve konuşmacı olup “Mutluluk Denklemi” kitabı ile tanınmakta.
Yazımızda Neil Pasricha imzalı bir TED konuşmasından(konuşmanın tamamını yazımızın sonunda bulabilir, Türkçe alt yazı seçeneği ile izleyebilirsiniz) yola çıkarak gelecekteki hayatımıza ilişkin tahminlerimizde neden bu denli kötü olduğumuzu ve bu durumla nasıl baş edeceğimizi konuşacağız.
Hayat Merdiveninin Neresindesiniz?
Bugüne kadarki yaşamınızı bir Merdiven olarak hayal edin. Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi merdivenin son basamağına gelseniz dahi ileriyi görmeniz, yani gelecekte olacakları tahmin edebilmeniz imkansızdır.
Şimdi bir de ardınıza, yani geçmiş günlerinize bakmayı deneyin. Bu kısmı net bir biçimde görebilmeniz mümkündür. Hatta nereden geldiğinizi görebilir, attığınız tüm adımları tek tek seçebilirsiniz bile!
Baksanıza! Beşinci sınıftayken her okul çıkışı sizi döven Bıçkın Kamil değil mi şu çocuk?
Bakın burada kim var? Şu gördüğünüz iri yarı göbekli adam Yaşar Usta değil mi? Hani restoranda çalıştığınız dönemde geç kaldığınız her vardiyada size ceza olarak deniz ürünleri bölümünün bulaşıklarını yıkatırdı. Acı verici bir yöntemle olsa da en nihayetinde size dakik olmayı öğretebilmişti.
Aa işte yıl sonu balonuz! O rezil günü hatırladınız mı? O gece en yakın arkadaşınızın sevgilinize aşık olduğunu hatta bu aşkın tek taraflı olmadığını anlamıştınız. Ne acımıştı canınız!
Bugüne kadar ne yollardan geçtiniz, kim bilir kaç basamağını tırmandınız hayat denen bu merdivenin… Kimi zaman büyük, kimi zaman zor, kimi zaman ise kritik adımlar atarak.. Ancak hepsi bir örnek adımlardı sanki… Sizce de öyle değil mi?
Peki, şimdi sırada ne var?
Aslında sorun tam olarak bu.
Çünkü bizleri bekleyen sıradaki olayın ne olacağını bilen yok.
Ne yazık ki geleceğimizi ne görebiliyor ne de ona ilişkin sağlam öngörülerde bulanabiliyoruz. Tek sorun bu belirsizlik olsaydı keşke…O zaman bu durumu sorundan saymazdık bile. Ama bu mevzu hiç de beklediğimiz gibi gelişmiyor, hatta her şey gün geçtikçe kötüleşiyor.
Neden mi?
Çünkü araştırmalara göre her birimiz hayat merdivenin ötesini görebildiğimiz yanılgısı içinde hayatımıza devam ediyoruz.
Beynimiz her ne kadar “Bir sonraki adımımı elbet biliyorum ” vb. söylemlerinde diretse de aslında bu konuda fena halde çuvallamaktayız.
Nasıl mı?
Hemen açıklayalım.
“Tarihin Sonu Yanılsaması” Nedir?
2013 yılında bilimsel dergilerinden birinde Jordi Quoidbach, Daniel T. Gilbert ve Timothy D. Wilson tarafından yürütülen büyüleyici bir çalışmaya yer verildi. Araştırmacılar yaşları 18 ila 68 arasında değişen 19.000’den fazla insanın kişiliklerini, değerlerini ve tercihlerini ölçmek için bir araya gelmiş, uygulamalar esnasında katılımcılara şu iki basit soru yöneltilmişti: Son on yılda hayatınızda neler değişti ve gelecek on yılda ne gibi değişiklikler yaşayacağınızı öngörüyorsunuz?
Araştırmacılar verilerin geçerliliğinden en ufak bir şüphe duymamak adına farklı pek çok bilimsel yöntemden yararlanıp sonuçları bu şekilde yayınladılar. Çalışma bilim dünyasında büyük yankı uyandırdı öyle ki medya kuruluşları, araştırmanın sonuçlarını paylaşmak adına birbirleriyle yarışa girdiler.
Neden mi?
Çünkü sonuçlar akıl sır ermez nitelikteydi.
Ankete katılanlar yaşlarından tamamen bağımsız bir biçimde geçmiş günlere nazaran bir hayli değiştiklerini ancak gelecekte kayda değer bir değişim yaşayacaklarına inanmadıklarını bildirdiler. Katılımcıların geçmişte çok değiştiklerini iddia etseler de gelecekte karakterleri, değer yargıları veya tercihlerine ilişkin değişimleri hafife alma konusunda ciddi bir eğilime sahip oldukları görüldü.
“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyiz.
Mesela 30 yaşındaki bir adamın son 10 yılına ait fırtınalı hikayeler anlatıp gelecek on yıl için ise her şeyin süt liman olduğu bir tablo çizdiğini söylesek? 50 yaşındaki bir kadının 40 yaşına girdikten sonra hayatındaki her şeyin nasıl da alt üst olduğundan bahsettiğini, ancak bugün ne ise 60 yaşında da o olacağına inandığını hayal edebilir miydiniz peki? Anlayacağınız yaştan, cinsiyetten ve karakterden bağımsız olarak tüm katılımcıların cevabı aşağı yukarı aynı tutarlılıkta seyretmişti.
Aslında hepimiz böyle değil miyiz?
Hepimiz her şeyin bugün nasılsa yarın da öyle olmaya devam edeceğine inanmaz mıyız?
Olmayacak hayallerin peşinde değilseniz, bu çok da tehlikeli bir durum sayılmaz, ancak bir hataya düşüp suçüstü yakalandıysanız, kalbiniz kırılmışsa ya da yalnızsanız bu masumane hayaller dahi tehlikeli birer psikolojik eğilime dönüşebilirler. Ve maalesef ki hepimiz söz konusu tehlikeden nasibimizi alırız.
Dibe vurduğumuz zamanlarda çıkış yolumuz yokmuş gibi gelir. Ebeveynlerimizin kanatları altından asla ayrılamayacağımızı düşünürüz. Boşanmamızın yeni biriyle tanışamayacağımız demek olduğuna inanır ya da işimizi kaybetmenin bizi sabahtan akşama kadar internette sörf yapacağımız bomboş bir hayata mahkum edeceği fikrine körü körüne bağlanırız. Öyle ki bu görüşlerin gerçekliğinden en ufak bir şüphe dahi duymayız.
Araştırmacılar bu durumu “tarihin sonu yanılsaması” olarak adlandırmıştır. 18 yaşındaki kişilerin gelecekten beklentilerinin 60 yaşındakilerle aynı olduğu bu aşamadan itibaren insanlar hayatlarındaki hiçbir şeyin değişmeyeceğine inanma eğiliminde olurlar.
“Tarihin Sonu Yanılsaması” Fikri Nasıl Doğmuştur?
Peki, araştırmacılarımız neden 19.000 kişilik bir grubu araştırma zahmetine katlanmışlar dersiniz? Araştırmacılardan Gilbert bu fikrin temelini şu sözlerle açıklıyor: “Herkes gibi ben de feleğin çemberinden sayısız kez geçtim. Boşanmalar, ameliyatlar, aşklar ve terk edilişler… Tüm bunlar geçtiğimiz bir yılda başıma gelen olayların minik bir özetini oluşturuyor. Bir yıl önce bana tüm bunları yaşasaydın ne hissederdin diye sorsaydınız muhtemelen “Allah korusun! Mahvolurdum” derdim. Ama yaşadım ve mahvolmadım… Sanırım geleceğine bakıp da başına gelecek iyi ya da kötü herhangi bir olay karşısında ne hissedeceğini tahmin edebileceğini sanan tek aptal bendim.”
Gördüğünüz üzere her şey dönüp dolaşıp ötesini göremediğimiz “merdiven” gerçeğine dayanıyor, Harvard mezunu ünlü psikolog ve profesör Gilbert dahi gün geliyor merdivenin ötesinin görünmez olduğu gerçeğini unutabiliyordu. Dahası bir ya da iki fiyaskonun ardından hemen “ Lanet olsun! Hayatım berbat” düşüncesine kapılmaktan kendisini alamıyordu. Ancak, hiçbir şeyin berbat olduğu yoktu.
Çünkü hayata dair deneyimlediğiniz her şey sizi adım adım çok daha iyi günlere hazırlamaktaydı.
Ancak yine de yaşadığınız iyi kötü her şeyi, bilhassa da kötüleri bu bakış açısından yorumlamaya çalışmanız hiç de kolay değildir. Bunu yapmak zorunda olduğumuz ise inkar edilemez bir gerçektir, çünkü yazımıza konu olan bu çalışma felaket senaryoları üretme konusundaki eğilimimizin ne denli yüksek olduğunu tüm açıklığı ile gözler önüne sermiştir. Bu gerçek dahi tek başına geçmişe yönelik bir yolculuk yapmaya çalışmanız için yeterlidir. Bu sayede gerektiğinde “Bir dakika! Ben kendimi kandırıyorum!” diyebilirsiniz. Zaten ailemizin kanatları altından asla çıkamayacağımızı da kim söylemiştir ki? Yeni biriyle tanışamayacağımızı peki? Ya da hayalimizdeki işi kapıp kapamayacağınızın kararını kim verir?”
Lütfen yaşadığınız iyi kötü her deneyimi hayat merdivenine atılmış bir basamak olarak görmeyi öğrenin.
Sonra şöyle bir durup düşünün, siz deneyimlerinizden oluşan bu hayat merdiveninin hangi noktasındasınız?
Geleceğe İlişkin Tahminlerimizde Neden Bu Kadar Kötüyüz?
Gilbert ve arkadaşları söz konusu araştırma ile geleceği tahmin etmek söz konusu olduğunda hepimizin birer aptal gibi davrandığını da keşfetmiştir. İstisnasız her birimizin.
Ne düşünüyorsunuz?
Bu gerçek size de kendinizi daha iyi hissettirmedi mi?
Hayır mı? O halde durumu biraz daha somutlaştıralım.
Bir şirket çalışanını işten çıkarmak zorunda olan yöneticilere söz konusu süreç boyunca refakat ettiğiniz bir insan kaynakları işinde çalıştığınızı düşünün. Evrak işlerini halletmek, sürece tanıklık etmek ve gerektiğinde duygusal destek sağlamak için oradasınız. Düzinelerce insan işlerinden olurken siz de oradaydınız ve bu gerçekten berbat bir deneyimdi. Gözyaşları sel olup akmış ve kendinizi günlerce öğleden sonralarınızı buz gibi otoparkta işten çıkarılmış çalışanları teselli etmeye harcarken bulmuş, onların “Keşke sonsuza dek burada kalabilsem” ya da “Şimdi ne yapacağım? Asla bu kadar iyi bir iş bulamayacağım” söylemlerine ve türlü serzenişlerine katlanmak zorunda kalmıştınız.
Bu sahneler sizi de üzmez miydi? Elinizi vicdanınıza koyun. Uykularınızdan da mı olmazdınız?
Şimdi bir de yıllar sonra bu eski çalışanlarla yeniden karşılaştığınızı hayal edin. Size ne deseler beğenirsiniz? “Kovulmak başıma gelen en iyi şeydi! Eğer bu kıdem tazminatı paketini kabul etmemiş olsaydım, babamla ölmeden önce geçirebileceğim o son altı ayı heba edecektim. ”
Hiç şaşırmayın.
“Peru’ya gittim ve besin takviyesi ithalatçısı oldum. Yaptığım işi ne denli sevdiğimi anlatmam mümkün değil.”
“Şu anda daha küçük bir şirkette çalışıyorum ve iki yılda tam iki kez terfi ettim!”
“İşten ayrılışımı üçüncü kez düşük yapan kızım ve damadım ile vakit geçirmek için bir fırsat olarak kullandım.” dediklerine de şahit olmanız muhtemeldir.
İşten atılan bir elemanın böyle şeyler söyleyebileceği gerçeği size de biraz mantık dışı gelmedi mi? Nasıl olabildi ki böyle bir şey?
Bu sorunun cevabı değişimi hayal etmenin zorluğu ile değişimin olanaksızlığını sıklıkla birbirine karıştırmamızda saklı.
Maalesef ki durum bu.
Bizler sıklıkla değişimi hayal etmenin zorluğunu (“Şimdi ben ne yapacağım?”) değişimin olanaksızlığıyla (“Asla kendime uygun bir iş bulamayacağım!”) karıştırırız.
Başka bir deyişle, kendimizi değiştirdiğimizi hayal edemediğimiz için böylesi bir değişimi asla gerçekleştiremeyeceğimize inanmayı tercih ederiz.
Neden mi?
Çünkü geleceği görme becerilerimiz sınırlıdır. Bu herkes için geçerli bir durumdur. Merdivenin ötesini göremeyiz, çünkü bir adım üste çıkıp gözlem yapabileceğimiz fazladan tek bir basamak dahi yoktur. Ancak, önümüzde atmamız gereken binlerce adım vardır.
Ve değişim er ya da geç gelip bizi bulur.
Bu, her daim böyle olmuştur.
Değişimden Kaçmak Mı Değişime Kucak Açmak mı?
Değişimi geleceğe atılmış bir adım olarak görmeye çalışmak son derece güçtür. Merdivenin görünmez basamaklarına geldiğiniz vakit başarısızlığı, fiyaskoyu ya da çetin deneyimlerinizi çok daha büyük bir sürecin parçası olarak görmeye çalışmanız da aynı derecede güç olacaktır. Hele hele burnunuzun ucunu dahi göremezken bunu gerçekleştirmek neredeyse imkansızdır.
Söz konusu araştırma ise yaygın inanışın aksine bunun hiç de doğru bir görüş sayılamayacağını gösteriyor. Hem zaten neden hep başarısızlığın bizi çok daha kötü bir sona götüreceğini düşünürüz ki? Tarihin sonu yanılsamasını hatırlasanıza.Yanılsamaya göre insanlar içinde bulundukları zamanı, nihayetinde ömürlerinin geri kalanında olacakları kişiye dönüştükleri önemli bir dönüm noktası anı olarak görüyorlardı. Yani beynimiz bunun bir son olduğu sanrısına kapılıyordu. Halen daha ikna olmadıysanız bir de işten atıldıktan sonra konuşup teselli ettiğiniz onca insanı hatırlayın. Bittiklerini düşündükleri bu an nasıl da hayatlarının dönüm noktası oluvermişti birden.
Dememiz o ki kendinize karşı nazik olun.
Her şeyin bittiği noktaya mı geldiğinizi düşünüyorsunuz? Başarısızlıklarınız ve kayıplarınız nedeniyle paçalarınız tutuştu ve başka hiçbir şeyi göremez mi oldunuz? İlerlemenin hiçbir yolu yok mu? Bu anlarda yalnızca şu gerçeği hatırlayın: Merdivenin son basamağına geldiniz ancak önünüzde henüz göremediğiniz bir basamak daha var. Onun orada, tam önünüzde olduğuna ve heyecan verici yeniliklere yelken açmanızı sağlayacağı gerçeğine güvenin. Lütfen ama lütfen hayatınızda bir kere de olsa göremediğiniz bir şeye inanma cesaretini gösterin.
Unutmayın daha gideceğiniz çok yol, atacağınız sayısız adım var. Tek bir an dahi vazgeçmeyin. Odak noktanızı değiştirin ve çabalamaya devam edin.
Yaşadığınız her şeyin mutlu geleceğinizin ilk adımını oluşturabileceği ancak henüz bunu görebilme şerefine nail olamadığınız gerçeğini aklınızdan çıkarmayın.